Kıskanmak ve içimizdeki Bıçak

22 Nisan 2008 Salı

KISKANMAK VE İÇİMİZDEKİ BIÇAK

Bıcağı saplayan çıkarsın isteriz.

Kuşkunun ya da kaybetme endişesinin hançerini kim içimize sapladıysa, onu ordan çıkarma ve yaramızı iyi etme kudreti de yanlızca ondadır çünkü.

İçimize yerleştirdiği andan itibaren sivri pençeli bir kara kuş gibi bizi didikleyen kıskançlığı insanoğlunun en çözümsüz dertlerinden biri haline getiren de, çareyi o kara kuşun içimize yerleştirip bizi çaresiz bırakanda aramak zorunda kalmamızdır.

O kara kuş sanki boynuna takılı gizli bir iple onu oraya yerleştiren sahibine bağlıdır, o uzaklaştığında kuşun pençeleri daha da keskinleşir, gagası değdiği her yeri dağlayan zehirli bir diken gibi daha da derine batar; sahibine yaklaştıkça vahşeti azalır.

Ve biz, acımızı hafifletebilmek için o kara kuşun sahibinin peşinden sürüklenir gideriz. Bütün istediğimiz kuşun sahibine kimsenin dokunmaması, onun kimseye yaklaşmamasıdır; o birden hoşlandığı ya da birine dokunduğu zaman içimizdeki bıçak kımıldar, kuş çanavarlaşır.

Şeytanın yarattığu mora doğru her tür karanlık rengin kıpraştığı bir gökkuşağı, sevdiğin tarafından sevilmediğinin endişesinin yarattığı keder, istediğine dokunamamanın getirdiği huzursuz yanlızlık duygusu, beğenilmediğine inanmanın yaratttığı aşağılanma, bir başkasının sana tercih edildiğini düşünmenin getirdiği eziklik ve öfke, alay edilme korkusu, benliğine olan güvenini kaybetmnin sonucunda kendini değersiz görme, bir başkasının beğenisine muhtaç. olduğunu hissetmenin zavallılığı.

Bütün bu karanlık, bu yok edici duygular demirden bir kapak gibi kapanır üstüne.

Kendini tutsak, kıskandığını özgür görürsün.

Sen kımıldıyamazken onun her an başka biriyle oynaştığını hayal edersin.

Şüpelenir bilenirsin.

Hayaller uydurursun.

Belki de kendini çok aşağılanmış bulduğundan, kendinden intikam almak ister gibi, canını en çok yakacak hayalleri yaratırsın zihninde, onun bir başkasıyla nasıl seviştiğini, neler fısıldadığını, neler yaptığınuı eb ince ayrıntılarına kadar canlandırırsın aklında.

İyi haberlere inanmakta güçlük çekersin, kötü haberlere ise inanmaya hemen hazırsındır.

Kıskançlık başladıktan sonra kuşku keskin dişleriyle öyle kemirir ki içinde herhangi bir şeye inanabilecek sağlam tek bir yapı bile kalmaz; uçurumlarla dolar zihnin; inanmak istediğin, inanmaktan sevinç duyacağın her haber, her bakış, her söz her gülümseme, aynı kuyrukluyıldızlar gibi, bir anlık bir ışıkla parladıktan sonra o uçurumlara doğru kayıp kaybolur.

Ne gariptir, seni sevindiren o gülümseyişi görüp o sözü duyduktan sonra, o bir anlık sevinci yaşayıp da ardından kaybedince kuşkuların eksileceğine daha da artar, o gülümseyişin seni aldatmak için olduğunu düşünürsün, bu sefer kuşkularına düşmanlık da karışır.

Ve bir insanın birini hem sevip hem de ona düşmanlık duyması kadar taşınması zor bir duygu ikiliği, inanın az bulunur.

Bu hal, bıçağın artık iyice derine saplandığı, kuşun kanatlarını açarak çılgınca çırpındığı bir haldir.

Bıçağı saplayanın bile acıyı yatıştırmakta zorlanacağı bir hal.

Yine onun peşindesindir, onun yanında olmak, onu görmek, onun bir başkasına dokunmadığından emin olmak istersin, ama artık acı, sahibinden bile kopmuş, bozulmuş bir ordu gibi denetimden çıkmıştır.

Kıskandığın her kıpırdandığında bıçak derine iner, kuş canavarlaşır.

Acıyı iliklerine kadar hissedersin.

Bu acıdan kurtulabilmek için ölmeyi ve öldürmeyi bile düşünürsün.

Othello, böyle bir durumdayken karısının değil de düşmanının sözlerine inanır, o iri se siyah elleriyle okşamaya kıyamadığı o beyaz boynu sıkar.

Shakespeare, bir insanın içinde, sevdiğinden kuşkulanmak için ekilecek kötü tohum bekleyen uğursuz bir toprak olduğunu anlatır bu piyesinde; o tohumun nasıl büyüdüğünü, kıskançlığın her duygudan daha büyük ve daha geniş bir ağaç haline gelip bütün öbür duyguları gölgesiyle örtebildiğini gösterir.

Artık her baktığında, eskiden sevgiyi, neşeyi, sevinci gördüğün yerlerde ihaneti ve aşağılanmayı görürsün.

Birisini istemenin ağır bir zincir bigi bütün ruhuna dolandığını, seni güçsüzleştirdiğini, seni senden çaldığını hissedersin.

Bir yandan zincirini biraz gevşetsin, bıçağı biraz çeksin diye yalvarır, bir yandan da seni yatıştıracak her sözü seni kandıracak bir tuzak gbi görürsün.

Çırpınmaya başlarsın.

Acıklı ve zavallı bir çırpınıştır bu.

Sesin değişir, bakışların değişir, konuşman değişir.

Daha önceleri seni güldüren bir şaka şimdi yaralayan bir alay olarak çarpar kulaklarına.

Öfkelenirsin, kabalaşırsın; çaresizliğin acıklı çirkinliği yerleşir davranışlarına.

Sevilecek yanlarını kaybedersin.

Artık iyileşmek bile değildir istediğin, zaten iyileşebileceğine olan inancını da elden kaçırmışsındır; istediğin, kıskandığın canını acıtmak, onu cezalandırmak, senin çektiğini onun da çekmesini sağlamaktır.

Ama bunu pek başaramazssın.

Onun ne canını acıtmayı ne de onu güldürmeyi.

Sıkılır ve sıkarsın.

Acı dayanılmaz hale geldiğinde, bir gün, aniden kendini kurtulmuş, özgürleşmiş, iyileşmiş hissedersin; yalancvı bir duygudur bu, sevinçle sarılırsın ama, aynı kabuslarda olduğu gibi sarıldığın o sevincin kısa sürede yeniden ellerinin arasında bir kedere dönüştüğünü fark edersin.

Bu kısa sevincin ardından gelen sarsıntı ise büyük bir şaşkınlık yaratır.

Ama bu sarsıntıyı iyileşmenin ilk işaretidir.

Altında ezildiğin, seni sen yapan ve rusal mimarisini ayakta tutan bütün sütunları birer birer kırıp seni çökerten o acılara, şüphelere, aşağılanmalara daha fazla dayanamayan varlığın, nerdeyse senden bağımsız bir şekilde, hayvansı bir içgüdüyle kurtulmak için silkinmeye başlamıştır.

Kurtuluş anları daha sık yaşanır olur.

Ançak kıskançlıktan ve acıdan kurtulurken sevgiden de kurtulduğunu, sevdiğine duyduğun sevginin azalmaya başladığını hissedersin ki, bu da başka bir acı yaratır, çünkü insan birini severse onu sevmekten vazgeçme ihtimalini düşünmeye bile tahammül edemez.

Üstelik ortada kapanmamış bir hesap vardır. Sen acı çekmişsindir; sevdiğini sevmekten, kıskandığını kıskanmaktan vazgeçtiğinde çektiğin acının intikamından da vazgeçeceksin demektir.

Hayat gariptir; kıskançlık yeni başladığında çılgınca kurtulmak ve sevmekten vazgeçmek istediğinde değil de, kurtulma duygusunun seni üzdüğü, vazgeçmek ihtimalini seni tedirgin ettiğinde vageçmeye başlarsın.

Bu macera bitmektedir.

Bir zaman sonra tümüyle kurtulur ve özgürleşirsin.

Bir zamanlar köle olduğunu gösteren o damga vurulmuştur ruhuna.

Sapı kırık bıçak, ölü bıçak bir uş iskeleti kalır içinde.

Bıçağı saplayan çıkarır çünkü; o çıkarmadıkça, kesinliğini kaybetmiş de olsa o bıçak orada durur.

Bazı sabahlar için titreyerek, özlemle ve kederle uyanırsın; o bıçağın ruhuna sapladığı anki ateşi hissedersin içinde, ama o ateş yüzünde tuhaf bir gülümseme bırakarak çabuk söner.

Bıçağı saplayanın çıkarmadığını, kapanmamış bir hesabı taşıdığını hatırlarsın sadece.

0 comments: