Ordegin biri birgun bara gider ve sorar:
- ekmek var mi
barmen yanitlar:- yok
- ekmek var mi
- yok
- ekmek var mi
- yok
- ekmek var mi
barmen ordegin yakasina yapisir ve der ki:
- bir daha ekmek var mi diye soracak olursan seni gagandan duvara civilerim!
ordek sorar:
- civi var mi
- yok
- ekmek var mi !!
Ördek bara giderse...
30 Eylül 2008 Salı
at Salı, Eylül 30, 2008 0 comments
Labels: espri, fıkralar, komik yazılar
Kurbağadan 3 Dilek....
29 Eylül 2008 Pazartesi
Golf meraklisi Bayan Smith, kaybolan topunu aramak icin ormanin derinliklerine dogru ilerlerken yolda tuzaga düsmüs bir kurbaga gördü. Kurbaga:
-"Bayan ,beni bu tuzaktan kurtarirsaniz; 3 dileginizi hemen yerine getirecegim ."
Bayan Smith kurbagayi kurtarip avucunun icine aldi.
"Az kalsin hatirlatmayi unutuyordum."dedi kurbaga.. "Dilediginiz sey ne olursa olsun; kocaniz bunun 10 kati fazlasina sahip olacak"
Bayan Smith :
"Öncelikle dünyanin en güzel kadinini olmak istiyorum" dedi.
Kurbaga kadini uyardi:
"Unutmayin ki ;kocaniz da dünyanin en yakisiklisi olacak"
- "Önemli degil. En güzel kadini da ben olacagima göre yine benimle evlenecektir." dedi ve devam etti.
- "Ikinci olarakta dünyanin en zengin kadini olmak istiyorum".
Kurbaga saskinligini gizleyemedi.
- "Kocanizin sizden 10 kat daha zengin olmasina razisiniz demek ki "dedi.
- "Evet,o benim kocam. Mallarimizi ve paramizi ortak olarak paylasacagiz."
Sira ücüncü ve son dilege gelmisti. Hic düsünmeden atildi Bayan Smith:
- "Simdi de hafif bir kalp krizi gecirmek istiyorum!"
at Pazartesi, Eylül 29, 2008 0 comments
Labels: espri, fıkralar, komik yazılar
Kadınlar Neden Ağlar?
28 Eylül 2008 Pazar
Kucuk bir erkek cocuk annesine sordu "Nicin agliyorsun?".
"Cunki ben kadinim" diye cevapladi annesi.> >"Anlamadim!" dedi cocuk.
Annesi cocugu kucaklayip "Ve hic bir zaman anlayamayacaksin!" dedi.
Babasina "Baba, annem nicin agliyor?" diye sordu.
Babanin cevabi "Butun kadinlar sebebsiz aglayabilen yapidadir"
at Pazar, Eylül 28, 2008 0 comments
Labels: komik yazılar
27 Eylül 2008 Cumartesi
Çiftçini biri komsu barda otumuş deli gibi içerken arkadaşı gelmiş ve "Hey, bu güzel günde niye sarhoşlar gibi oturup içki içiyorsun ki?"demiş..
Çiftçi : Bazı şeyler vardır ki açıklanamaz...Adam : Bu kadar kötü olan şey ne?
Çiftçi : Bugün oturmuş bizim ineği sağıyordum.Kova tam dolmuştu ki sol ayağıyla bir tekme attı ve kova devrildi.
Adam : Tamam ama buna bu kadar üzülmeye değmez...
Çiftçi : Bazı şeyler vardır ki açıklanamaz...
Adam : Sonra ne oldu?
Çiftçi : Bende bir ip aldım ve sol ayağını yandaki direğe bağladım...
Adam : Sonra ?
Çiftçi : Tekrar oturdum sağmaya devam ettim . Kova tam dolmuştu ki sağ ayağıyla bir tekme daha attı ve kova yine devrildi.Adam : Yine mi?
Çiftçi : Bazı şeyler vardır ki açıklanamaz...
Adam : Sonra ?
Çiftçi : Bende başka bir ip alıp sağ ayağını da yandaki direğebağladım.Tekrar sağmaya başladım. Tam kova dolmuştu ki aptal inek bu kezde kuyruğuylabir kova sütü devirdi..
Adam : Hmmm...Çiftçi : Bazı şeyler vardır ki açıklanamaz...
Adam : Sonra ne yaptın peki?
Çiftçi : Bende başka bir ip aradım bulamıyıncada kemerimle ineğin kuyruğunu tavana bağladım, Ve tam o sırada pantolonum düştü ve karım içeri girdi....
Çiftçi : Bazı şeyler vardır ki açıklanamaz...
at Cumartesi, Eylül 27, 2008 0 comments
Labels: espri, fıkralar, komik yazılar
Türkiye'nin Başka Gerçekleri...
26 Eylül 2008 Cuma
İŞTE DÜNDEN BUGÜNE SUSURLUK
Susurluk`ta Mercedes marka otomobilin bir kamyona arkadan çarpması sonucu ortaya çıkan ilişkiler ve iddialar, yaklaşık 4 yıldır kamuoyunun gündeminden düşmedi.
İstanbul yönüne seyir halinde olan 06 AC 600 plakalı Mercedes marka otomobil, 3 Kasım 1996 günü saat 19.15 sıralarında Susurluk`un Uçakyolu Mevkii`nde benzin istasyonundan çıkan Hasan Gökçe yönetimindeki 20 RC 721 plakalı kamyona arkadan çarptı. Kazada, özel otomobilde bulunan 4 kişiden 3`ü ölürken, 1`i ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldı.
Buraya kadar her şey normal bir trafik kazası gibi görünürken, aradan geçen saatler içerisinde kazada ölen kişilerin İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, üzerinden "Mehmet Özbay" adına düzenlenmiş kimlik çıkan katliam sanığı Abdullah Çatlı ve sevgilisi Gonca Us, yaralanan kişinin de DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak olduğu anlaşılınca olay Türkiye gündemine adeta "bomba gibi" düştü.
"Temiz toplum, temiz siyaset" anlayışını savunanların "Milat" olarak kabul ettikleri 3 Kasım 1996 tarihinden sonra ortaya çıkan ilişkiler ve iddialar, yaklaşık 4 yıldır kamuoyunda değişik boyutlarıyla tartışılır hale geldi.
İLK CEZA KAMYON ŞOFÖRÜNE
Kazadan bir gün sonra "Tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu birden fazla kişinin ölümüne, bir kişinin de yaralanmasına yol açmak" suçundan tutuklanan kamyon şoförü Hasan Gökçe, kazada 8`de 6 oranında kusurlu bulunduğu için 26 Mayıs 1997`de Susurluk Asliye Ceza Mahkemesi`nce 3 yıl hapis ve 945 bin lira ağır para cezasına çarptırıldı.
Hapis cezası 6 milyon 420 bin lira ağır para cezasına çevrilen Gökçe, ayrıca Hüseyin Kocadağ`ın eşi Kıymet Kocadağ`a da 100 milyon lira tazminat ödemeye mahkum edildi.
Uzun süre Denizli`nin Buldan İlçesi`ndeki evinde olayın şokunu atlatmaya çalışan Gökçe, daha sonra şoförlüğe geri döndü, ancak 1 Temmuz 1998`de Manisa`nın Ahmetli İlçesi`nde başka bir kamyonla çarpıştı.
Bu kazaya ilişkin Ahmetli Asliye Ceza Mahkemesi`nde yargılanan Gökçe, olayda kusuru bulunmadığı gerekçesiyle beraat etti.
DGM`DEN "ÇETE" SORUŞTURMASI
Medyanın kazadan sonra olayı "Siyasetçi-polis-mafya" üçgeni içinde tutması nedeniyle yayınlanan haberleri ihbar kabul eden İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, 11 Kasım 1996`da, "Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" suçundan soruşturma başlattı.
Soruşturma sırasında, milletvekili Sedat Edip Bucak`ın resmi korumalığını yapan özel timci polis memurları Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy ve Oğuz Yorulmaz`ın, kumarhaneci Ömer Lütfü Topal`ın 28 Temmuz 1996`da Sarıyer`de öldürülmesinden sonra gelen bir telefon ihbarı üzerine Topal`ın iş ortakları Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir`le birlikte İstanbul Emniyeti`nce gözlem altına alındığı, dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar`ın talimatıyla Ankara`ya gönderilerek serbest bırakıldığı ve daha sonra Bucak`a koruma olarak verildiği ortaya çıktı.
Ataköy`deki evinde yeşil pasaport, Mehmet Ağar imzalı Emniyet Genel Müdürlüğü`nde uzman olarak görev yaptığını gösterir belge ve silahlarla yakalanan uluslararası uyuşturucu kaçakçısı Yaşar Öz`ün de, yine aynı şekilde Ankara`dan gelen talimatla serbest bırakıldığı anlaşıldı.
Bu arada, İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan Abdullah Çatlı`nın, Özel Tim`de görevli polis memuru Ziya Bandırmalıoğlu`nun oğlunun sünnet düğününde dönemin Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ve polis memuru Ayhan Çarkın`la oynarken çekilmiş fotoğrafları da basında yer aldı.
Silivri`de otomobili terk halinde bulunan MİT eski görevlisi işadamı Tarık Ümit`in kaybolmasından da, bazı özel tim mensupları ve polis şeflerinin sorumlu oldukları öne sürüldü.
Soruşturmayı yürüten DGM Cumhuriyet Savcıları Aykut Cengiz Engin, Ahmet Gürses ve İrfan Özliyen, bildiklerini dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel`e şifai olarak anlatan İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı ve MİT eski görevlisi olan Emniyet Genel Müdürü Müşaviri Korkut Eken`in de aralarında bulunduğu çok sayıda kişiyi dinledi.
Savcılar ayrıca, talimat yazısıyla Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Dilaver Kahveci`nin, 4 Aralık 1996`da milletvekili Sedat Edip Bucak`ın Ankara`daki lojmanında ifadesinin alınmasını sağladılar.
DAVA AÇILDI
Soruşturma aşamasında özel timci polis memurları Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve Ercan Ersoy`u 13 Ocak, Mustafa Altunok ve Enver Ulu ile Bucak`ın şoförü Abdülgani Kızılkaya`nın da 14 Ocak 1997 tarihinde "Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" suçundan tutuklanarak Metris Cezaevi`ne gönderilmesini sağlayan savcılar, 27 Ocak 1997`de savcılık sorgusunun ardından mahkemece tutuklandığını anlayınca DGM`den firar eden polis memuru Ziya Bandırmalıoğlu ile Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin, polis memuru Ayhan Akça, uyuşturucu kaçakçısı Yaşar Öz, Topal`ın iş ortakları Ali Fevzi Bir ve Sami Hoştan hakkında da gıyabi tutuklama kararları çıkarttılar.
Bu kişilerden Yaşar Öz`ün gıyabi tutukluluğu 8 Nisan 1997, İbrahim Şahin`in 11 Mart 1997, Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça`nın 12 Mart 1997, Ali Fevzi Bir`in 9 Ekim 1997 ve Sami Hoştan`ın da 6 Şubat 1998 tarihinde vicahiye çevrildi.
Soruşturmayı 6 Mart 1997`de tamamlayan İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, İbrahim Şahin, Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ziya Bandırmalıoğlu, Abdülgani Kızılkaya, Yaşar Öz ve Korkut Eken hakkında "Cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül oluşturmak" ile "Hakkında yakalama ve tevkif müzekkeresi bulunan kişiyi yetkili mercilere haber vermemek" suçundan 5 ile 9`ar yıl arasında ağır hapis cezası istemiyle dava açtı.
Kazada öldükleri için Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Gonca Us hakkında dava açılmasına gerek görmeyen başsavcılık, daha sonraları yakalanan Ali Fevzi Bir, Sami Hoştan ve Haluk Kırcı`yı da ek iddianamelerle davanın sanıkları arasına kattı.
İDDİANAMEDE İLGİNÇ TESPİTLER
Susurluk`taki kaza, ortaya atılan iddialar, sanıkların ilişkileri ve ele geçirilen delillerin detaylı olarak irdelendiği 42 sayfalık ana iddianamede, "Türkiye`de katliam sanığı olarak aranan silahlı eylemci ile bu kişiyi yakalamakla görevli üst düzey bir emniyet mensubu, polis memurları ve bir milletvekilinin bir arada olmasının, ruhsatlı silahlarının yanı sıra saldırı, suikast ve gizlice cinayet işlemekte kullanılan vahim silahlar ve mermileri yanlarında bulundurmaları, basit bir tatil gezisi veya başsağlığı ziyareti ile izah edilmesi inandırıcı görülmemiştir" tespitine yer verildi.
"Yasadışı bölücü terör örgütlerine destek veren kişilerle hukuki yollarla mücadele edebilmek imkanı bulunmadığını düşünen bir kısım görevlilerin, muhtelif suçlardan aranan kişiler, kumarhane işletmecileri, bir kısım yönetici ve siyasetçiler ile Özel Harekat Daire Başkanlığı`nda görevli bazı polis memurlarından teşekkül oluşturdukları" iddiasının da yer aldığı iddianamede, "Bu teşekküldeki şahısların kimlikleri, görev alanları ve ülkedeki etkinlikleri dikkate alındığında teşekkülün eylemlerinin yetkili ve görevli merciler tarafından artık kontrol edilemez boyutlara ulaştığı görülmüştür" denildi.
İstanbul 6 No`lu DGM`de açılan davanın ilk duruşması, 2 Haziran 1997 tarihinde yapıldı.
TAHLİYE KUTLAMALARI
Yargılama aşamasında bu sanıklardan Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz ve Ercan Ersoy 290, Mustafa Altunok 204, Abdülgani Kızılkaya 193, İbrahim Şahin 185, Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu 184`er, Enver Ulu 141, Ali Fevzi Bir 119 ve Sami Hoştan da 31 gün tutuklu kaldıktan sonra kutlamalar eşliğinde Metris Cezaevi`nden tahliye edildiler.
Başka bir dava kapsamında tutuklu bulunan Yaşar Öz ise, bu davadan 105 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye oldu. Sonradan yakalanan Haluk Kırcı da, bu davada 155 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildi.
BUCAK VE AĞAR'IN YARGILAMA SÜRECİ
Susurluk`taki kazadan sonra ortaya atılan iddialar ve bağlantılar, Cumhurbaşkanlığı, TBMM Başkanlığı, Başbakanlık, emniyet ve adli makamlar ile sivil toplum kuruluşları arasında değişik boyutlarıyla araştırma konusu yapıldı.
İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, kazadan sonra ortaya atılan iddialar arasında adı geçince istifa eden dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ile DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak hakkında 11 Şubat 1997 günü dokunulmazlıklarının kaldırılması istemiyle hazırladığı fezlekeyi, Adalet Bakanlığı aracılığıyla TBMM Başkanlığı`na gönderdi.
Başsavcılık, 11 Aralık 1997`de Meclis Genel Kurulu`nda yapılan oylama sonucu bu suçtan dolayı yasama dokunulmazlıkları kaldırılan Ağar hakkında, 7 ile 15 yıl arasında ağır hapsi gerektiren "Gıyabi tutuklama kararı ile aranan Abdullah Çatlı`nın yerini bildiği halde yetkili mercilere haber vermeyerek saklamak", "Öz ve Çatlı gibi kişilere silah taşıma izin belgeleri ve hususi yeşil pasaport vererek görevi suiistimal etmek" ve "Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak", Sedat Edip Bucak hakkında da 11 ile 20 yıl arasında ağır hapsi gerektiren "Gıyabi tutuklama kararıyla aranan Abdullah Çatlı`nın yerini bildiği halde yetkili mercilere haber vermeyerek saklamak", "Cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak" ve "Vahim nitelikte silah bulundurmak" suçlarından dolayı kamu davası açtı.
İstanbul 6 No`lu DGM, 4 Mayıs 1998`deki duruşmada, isnat edilen suçların bakanlık dönemine ait olduğu ve dolayısıyla Anayasa`nın 100. maddesindeki prosedürden sonra Yüce Divan`da yargılanabileceği gerekçesiyle Ağar hakkında "Görevsizlik kararı" verdi. Aynı duruşmada, Bucak`ın dosyası ise ana davayla birleştirildi.
İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı`nın bu kararı temyiz etmesi üzerine istemi görüşen Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 9 Temmuz 1998`de Ağar`a isnat edilen suçların bakanlık değil, Emniyet Genel Müdürlüğü dönemini kapsadığı, bunun için Ağar`ın Memurin Muhakematı Yasası`ndaki usul izlendikten sonra yargılanabileceğine işaret etti ve "Görevsizlik kararı"nı bozarak, "Yargılamanın durdurulması" kararı aldı.
İstanbul 6 No`lu DGM de, Yargıtay`ın bozma kararına uyarak dosyayı Danıştay`a gönderdi.
18 Nisan 1999`da yapılan seçimlerde hakkında usuli işlemler süren Ağar Elazığ`dan, İstanbul 6 No`lu DGM`de yargılanan Bucak da Şanlıurfa`dan yeniden milletvekili seçilince haklarındaki yargılama prosedürü 3 Mayıs 1999 tarihinde durduruldu.
RAPORLAR HAZIRLANDI
Susurluk kazasından sonra dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Çankaya Köşkü`nde liderler zirvesi düzenleyerek hem dönemin ana muhalefet partisi lideri Mesut Yılmaz, hem de görevden alınan İstanbul eski Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu`nun kendisine ilettiği bilgiler hakkında siyasi parti liderlerine bilgi verdi.
Cumhurbaşkanı Demirel daha sonra, 8 Kasım 1996`da kendisine sunulan bir ihbar dosyası ile 17 Kasım 1996`da ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz`dan aldığı bilgileri bir yazıyla Başbakanlık`a gönderdi.
Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan da ihbar konularının incelenmesi, araştırılması ve soruşturulması için 18 Kasım 1996 günü Başbakanlık Teftiş Kurulu`na talimat verdi.
Kurulun hazırladığı aslı 57, ekleri ise 4 bin 132 sayfadan oluşan raporu 10 Ocak 1997`de düzenlediği basın toplantısıyla açıklayan dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, 21 konunun inceleme ve araştırmaya alındığını, bu konularda 35 kişi hakkında adli mercilerce soruşturma açılması, 85 kişinin de tanık olarak dinlenmesinin istendiğini bildirdi.
Raporda yer alan bilgi ve belgeler, 13 Ocak 1997`de ilgili cumhuriyet başsavcılıklarına gönderildi.
Mesut Yılmaz`ın başbakan olmasından sonra Susurluk bağlantılı olayların araştırılması için tam yetkili olarak görevlendirdiği Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkan Vekili Kutlu Savaş, raporunu tamamlayarak Başbakanlık`a sundu.
Bir kısmı bizzat Mesut Yılmaz tarafından kamuoyuna açıklanan raporda, Özgür Gündem Gazetesi`nin bombalanması, Ömer Lütfü Topal, Behcet Cantürk, Musa Anter, Hikmet Babataş ve Cem Ersever`in öldürülmeleri, Tarık Ümit`in kaybolması, Mehmet Ali Yaprak`ın kaçırılması, Azerbaycan`daki darbe girişimi, yasadışı örgütlerle mücadele yöntemleri, bankalardan trilyonluk kredi aktarımları, uyuşturucu ticareti ve kara para aklama olayları ayrıntılı olarak irdelendi.
Emniyet Genel Müdürlüğü, MİT ve JİTEM`in yapısı, buralarda görev yapan bazı kişiler ile çeteler, bazı siyasetçiler, bazı işadamları ve devlet adına görev yaptıklarını öne süren bazı kişiler arasındaki ilişkilerin gözler önüne serildiği rapor, kamuoyunda günlerce tartışıldı.
Söz konusu raporda sıkça adı geçen "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım, aradan geçen süre içerisinde yürütülen çabalara rağmen henüz yakalanamadı.
TBMM bünyesinde oluşturulan Susurluk Araştırma Komisyonu da yaklaşık 3 aylık çalışma süresinde Ankara`da Sedat Bucak ve Mehmet Ağar`ın da aralarında bulunduğu 41 kişiyi tanık olarak dinledi.
İstanbul`a da gelen komisyon üyeleri, o dönemde Metris Cezaevi`nde tutuklu bulunan özel timcilerin de aralarında olduğu 16 kişiyi de dinledikten sonra hazırladıkları raporu TBMM Başkanlığı`na sundular.
Raporun hazırlanmasına bir süre katkıda bulunan hakim Akman Akyürek, 8 Aralık 1997`de TEM Otoyolu Maslak katılımında geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti.
Tüm bu girişimler sürerken "temiz toplum" istemlerini dile getirmek üzere sivil toplum kuruluşları öncülüğünde Şubat 1997`de tüm ülke genelinde başlatılan "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemi" büyük ilgi gördü.
GÖREVDEN UZAKLAŞTIRMALAR
Ağar`ın istifasıyla İçişleri Bakanlığı`na getirilen Meral Akşener, 5 Aralık 1996`da yaptığı açıklamada, Ömer Lütfü Topal`ın öldürülmesi olayıyla ilgili soruşturmanın selameti açısından İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu, Yardımcısı Bilgi Ünal, Özel Harekat Dairesi eski Başkan Vekili İbrahim Şahin ile soruşturma kapsamında adları geçen özel timci polis memurlarının görevden uzaklaştırıldıklarını bildirdi.
Susurluk konusunda bazı medya kuruluşlarında açıklamalarda bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkan Vekili Hanefi Avcı da daha sonra görevinden alındı.
CEZALAR VE BERAATLAR
Susurluk`taki trafik kazasından sonra ortaya atılan iddialara ilişkin ve bu iddialar arasında adı geçen kişilerle ilgili İstanbul ve Ankara`da açılan pek çok dava beraatle sonuçlanırken, İbrahim Şahin, Yaşar Öz ve Ayhan Çarkın çeşitli hapis cezaları aldı.
"Kumarhaneler kralı" Ömer Lütfü Topal`ın Sarıyer`de otomobilinin içinde taranarak öldürülmesinden hemen sonra katil zanlısı olarak gözlem altına alınan 3 özel timci polis ile 2 sivili, savcılık yerine Ankara`dan gelen ekibe teslim etmek suretiyle serbest kalmasını sağladıkları iddiasıyla İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesi`nde yargılanan dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu, "Suçun yasal unsurları oluşmadığı", Müdür Yardımcısı Bilgi Ünal, Cinayet Büro Amiri Refik Baştürk, Cinayet Büro`da görevli Başkomiser Şentürk Demiral ve polis memuru Ziayettin Ferman da, "Suçu işlediklerine dair yeterli delil bulunamadığı" gerekçesiyle beraat ettiler.
Davanın sanıkları arasında olan dönemin Asayiş Şube Müdürü Fatih Özkan ile Yardımcısı Ahmet Duran Alp`e "Görevi ihmal" suçundan verilen 1 ay 15`er günlük hapis cezaları ise, paraya çevrilerek ertelendi.
Susurluk ve "Bahçelievler katliamı" davalarının sanıklarından Haluk Kırcı`nın, 1996`da Asayiş Şube Müdürlüğü`nden firarına ilişkin İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi`nde yargılanan eski Şube Müdürü Sedat Demir, "Delil yetersizliği"nden beraat etti.
MİT adına çalıştığı öne sürülen Tarık Ümit ile Yaşar Öz`e sahte yeşil pasaport sağlamak suretiyle görevlerini ihmal ettikleri ve kötüye kullandıkları iddiasıyla Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesi`nde yargılanan dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü Pasaport Şube Müdürü Nurten Demir ve şube müdürlerinden Halil Güven ile polis memurları Meltem Uçar ve Ömer Karaahmetoğlu`nun, "Görevlerini kasten kötüye kullanmadıkları" gerekçesiyle beraatleri kararlaştırıldı.
Gaziantep yerel Yaprak TV`nin sahibi Mehmet Ali Yaprak`ın, 25 Mayıs 1996`da kaçırılıp 5 gün sonra serbest bırakılması olayına ilişkin Haluk Kırcı`nın da aralarında bulunduğu 9 sanık, yargılandıkları Gaziantep 1. Ağır Ceza Mahkemesi`nde "Delil yokluğu ve şikayet olmaması" dikkate alınarak beraat etti.
Topal`a ait kumarhanelerin işlerinin yapılması amacıyla rüşvet aldığı öne sürülen Turizm Bakanlığı eski Müsteşar Yardımcısı Mevhibe Can`ın, Ankara 8. Ağır Ceza Mahkemesi`nce "Delil yetersizliği"nden beraati hükme bağlandı.
Özel timci eski polis Ziya Bandırmalıoğlu, Beyoğlu`nda çok sayıda silahla yakalanan yasadışı THKP/C örgütü itirafçısı Osman Gürbüz`e silah sattığı iddiasıyla yargılandığı Beyoğlu 2. Ağır Ceza Mahkemesi`nde "Delil yetersizliği"nden beraat etti.
Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, MİT Kontr-terör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür`ün, TBMM Susurluk Komisyonu ve İstanbul DGM`ye verdiği ifadelerde gerçek dışı ve mesnetsiz ithamlarda bulunduğu gerekçesiyle Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı hakkında 500 milyon lira tazminat istemiyle açtığı davayı, "Kişilik hakkına saldırı söz konusu olmadığı" gerekçesiyle reddetti.
HAPİS CEZALI KARARLAR
Yaşar Öz`ün Yeşilköy`deki evinde 1994 yılında ele geçirilen "Emniyet Genel Müdürlüğü uzmanlık belgesi", yeşil pasaport ve silahları savcılığa bildirmedikleri öne sürülen dönemin İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mestan Şener, Mali Şube Müdür Yardımcısı Osman Yıldırım Özkaraca ve aynı şubede görevli Başkomiser M. Nahit Yürüten, Şişli 1. Asliye Ceza Mahkemesi`nce "Adli makamları yanıltmak ve kanunsuz emri yerine getirmek" suçundan 3`er ay hapis ve 250`şer bin lira para cezasına çarptırıldı.
Sanıklara verilen hapis cezası, daha sonra 1 milyon 150 bin lira paraya çevrilip diğer para cezasıyla birlikte ertelenirken, aynı şubede görevli Komiser Yardımcısı Levent Sevinç ise "Delil yetersizliği"nden beraat etti.
Abdullah Çatlı`ya "Mehmet Özbay" sahte kimliği ile silah taşıma ruhsatı alabilmesi için gerçek dışı rapor ve ikametgah belgesi düzenledikleri öne sürülen Fatih Mecidiye Polis Karakolu Amiri Başkomiser `Doğan Şimşek, polis memuru Dinçer Sarıboğa ve Şehremini Uzunyusuf Mahallesi Muhtarı Burhan Kocapehlivan, Fatih 3. Asliye Ceza Mahkemesi`nce 1 yıl 8`er ay hapis cezasına çarptırıldı.
Yaşar Öz`e, "Teşekkül oluşturarak Amerika`ya uyuşturucu ihraç etmek" suçundan İstanbul 4 No`lu DGM`ce, 15 yıl ağır hapis ve 753 milyon 250 bin lira ağır para cezası verildi. İbrahim Şahin, Hospro Şirketi`nce Emniyet Genel Müdürlüğü`ne hibe edilen malzemeler arasında bulunan 10 adet Micro Uzi, 10 adet Micro Uzi SGM ile 10 adet Baretta marka tabanca ile bu silahlara ait susturucuların kaybolmasıyla ilgili Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesi`nce "Görevi ihmal" suçundan 1 yıl hapis ve 1 yıl memuriyetten men cezasına çarptırıldı.
Aynı davada yargılanan 14 sanık ise, silahların kaybolmasında sorumlulukları bulunmadığı gerekçesiyle beraat etti.
Susurluk`taki kazada ölen Abdullah Çatlı`nın da aralarında bulunduğu 5 sanıktan Ünal Osmanağaoğlu ve Bünyamin Adanalı, "Bahçelievler katliamı" olarak bilinen TİP`li 7 öğrencinin öldürülmesiyle ilgili yargılandıkları Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi`nce 7`şer kez idam cezasına çarptırıldı.
Çatlı hakkındaki dosyanın ölümü nedeniyle düştüğü, yakalanamayan 2 sanığın dosyasının ise ayrıldığı karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi`nce esastan bozuldu. Bozma kararında, sanıkların asli fail gibi cezalandırılmalarının yasa ve usule aykırı olduğu belirtildi.
Resmi plakalı araçla Çankaya Merkez Karakolu önünden tehlikeli bir şekilde trafiğe çıkmasına tepki gösteren bir kişiyi beylik tabancasıyla yaralayan Susurluk`un özel timci sanığı Ayhan Çarkın, Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesi`nce 3 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasına çarptırıldı.
DEVAM EDEN DAVALAR
Ömer Lütfü Topal`ın 28 Temmuz 1996`da Sarıyer`de öldürülmesine ilişkin "Susurluk Davası"nın da sanıkları olan özel timci eski polis memurları Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz ve Mustafa Altunok ile Topal`ın iş ortakları Sami Hoştan ve Ali Fevzi Bir, katliam sanığı Haluk Kırcı`nın "Taammüden adam öldürmek ve iştirak" suçundan idam, sigortacı Serdar Özdağ`ın da "Fer`i iştirak"ten 20 yıla kadar ağır hapis cezası istemiyle yargılanmalarına Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi`nde devam ediliyor.
Abdullah Çatlı`nın üzerinden çıkan silah taşıma ruhsatında dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar`ın imzasını taklit ettiği ileri sürülen Yaşar Öz`ün, 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanması Bakırköy 5. Asliye Ceza Mahkemesi`nde sürüyor.
Susurluk`ta kamyona çarpan Sedat Edip Bucak`ın sahibi olduğu 06 AC 600 plakalı Mercedes marka otomobilin kasko kaydının bulunduğu Başak Sigorta`nın, otomobilde oluşan hasar nedeniyle kamyon şoförü Hasan Gökçe aleyhine açtığı 7.5 milyar liralık alacak davasının görülmesine Susurluk Asliye Ceza Mahkemesi`nde devam ediliyor.
BOTAŞ Ceyhan Bölge Müdürlüğü`ndeki ham petrol tanklarının tabanlarında biriken çamurun çıkartılması için düzenlenen ihaleyi, Abdullah Çatlı`nın yönetim kurulu üyesi olduğu BAYSA A.Ş`ye ihale yönetmeliğine ve gümrük mevzuatına aykırı şekilde vererek, görevlerini kötüye kullandıkları öne sürülen BOTAŞ`ın 6 üst düzey yöneticisinin yargılanması, Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi`nde sürüyor.
Karagümrük çetesi elebaşları Nuri ve Vedat Ergin kardeşlere Eskişehir Özel Tip Cezaevi`nde düzenlenen silahlı saldırının azmettiricisi olduğu öne sürülen Yaşar Öz ile 2 sanığın yargılanmasına, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi`nde devam ediliyor.
KAZA VE GÖZALTILAR
Dava sanıklarından İbrahim Şahin, Bursa-İstanbul Karayolu`nda kendi kullandığı jiple 28 Mart 2000 tarihinde trafik kazası yaparak ağır şekilde yaralandı.
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi`nde tedavi gören Şahin, 17 Nisan`da taburcu edildikten sonra geldiği İstanbul`daki evinde dinlenmeye çekildi.
Sami Hoştan da, Hollanda, Belçika ve Almanya`ya uyuşturucu naklettiği gerekçesiyle 12 Nisan 2000 tarihinde Bakırköy`de gözlem altına alındı.
2 gün sonra sevk edildiği İstanbul DGM`ce tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan Hoştan, İstanbul 1 No`lu DGM`de hakkında açılan dava kapsamında 15 ile 30 yıl arasında ağır hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
Eski özel timci Ayhan Çarkın`ın da, Balıkesir`in Erdek İlçesi`nde bir arsanın icra yoluyla satışına arkadaşlarıyla birlikte fesat karıştırdığı gerekçesiyle 21 Mart 2000`de gözlem altına alındı.
Önce serbest bırakılan, ardından hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkartılarak yeniden yakalanan Çarkın, avukatlarının İstanbul 1 No`lu DGM`ye yaptıkları itiraz nedeniyle tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Çarkın, 9 kişiyle birlikte İstanbul 1 No`lu DGM`de "Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak" suçundan 2 ile 4 yıl arasında ağır hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
12/02/2001 16:30
Taksi Şöförü
25 Eylül 2008 Perşembe
Bir gun babasi ile oglu taksiye binerler ve gitmeye baslarla oglu babasina bir kadini gosterek sorar
-Baba bu kadin neyi bekliyor?
Tam babasi cevap verecek iken taksi soforu atlar
-Bak yavrum o kari O..... is bekliyor. der
Tabi babasi bu ise cok sinirlenir 5 dakika sonra cocuk tekrar bir adam ile kadini gosterir ve sorar tam babasi cevap verecek iken yine taksi soforu atlar
-bak yavrum o kari O... yanindakide pezevengi.der babasi iyice kıl olur 2,3
dakika sonra cocuk bu sefer kadin ile cocugu gosterek sorar tam yine taksi soforu cevap verecek iken babasi atlar ve soyle der
-bak yavrum o karı O.... yanindakide onun cocugu.Cocuk buyunce TAKSI SOFORU olacak !!!
at Perşembe, Eylül 25, 2008 0 comments
Labels: espri, fıkralar, komik yazılar
Bira
24 Eylül 2008 Çarşamba
Simdi adamin biri ay basinda bi bara gitmis ...1 bira icmis fiyatini sormus...
Barmen 26.000 Tl demis..
Adam ceplerini karistirmis...26 tane bozuk 1000 Tl cikarmis ust uste koymus...
Tam barmen alicakken en alttakine Tak! bi vurmus butun bozukluklar dagilmis oraya buraya sacilmis...Barmen soylenmeye baslamis tabi adam cekip gitmis..Neyse ertesi gun de ayni olaylar..Yine Tak!... Barmen ben bunu bi gun pis yakalicam demis....
Ay sonunda adam yine bara gelmis birasini icmis bakmis cebinde yeteri kadar bozuk yok..butun 50.000 Tl wermis Barmen icinden gulmeye baslamis...
Neyse ...Barmen bozuk 24.000 Tl koymus adam tam alicakken Tak! Barmen baslamis gulmeye...
Adam hic bozulmadan ustune 2000 Tl koymus 1 bira daha lutfen demis...
yasarozcan@
at Çarşamba, Eylül 24, 2008 0 comments
Labels: espri, fıkralar, komik yazılar
Karargah
23 Eylül 2008 Salı
Bir kasabanin kilisesinde papaz vaaz vermektedir. Konu kasaba
nufusunun azligina gelir ve papaz halki cocuk yapmak icin "Esiyle cinsel
iliskide bulunan her kimse bir tabur dusman askeri oldurmus kadar sevap
kazanir" der.
Vaazdan sonra evine donen ciftlerden birinde kadin kocasina yaklasir ve
"Hadi kocacim bir tabur asker oldurelim" der. Kocasi kabul eder ve
sevişirler. Aradan yarim saat gecer, kadin yeniden gelir, "Hadi kocacim
bir tabur dusman askeri daha oldurelim" der. Adam yine kabul eder ve
yeniden birlesirler. Aradan bir saat gecer, kadin yeniden gelir "Hadi
kocacim bir tabur daha oldurelim" der, adam oflaya puflaya kabul eder ve yeniden
birlesirler. Bunun uzerinden bir saat gecer kadin yine ister adam bir
nevi caresiz yine "hadi" der, bu sirada cikarttiklari seslerden rahatsiz
olan ogullari gelir odaya:
"Ya cok gurultu yapiyorsunuz uyuyamiyorum" Babasi yakinir:
"Ne yapayim oglum, dusman askerleri ananin şeyine karargah kurmus, oldur oldur bitmiyor"
at Salı, Eylül 23, 2008 0 comments
Labels: espri, fıkralar, komik yazılar
Yaşanmış Bir Aşkın Mektubu
22 Eylül 2008 Pazartesi
Söz vermistim sana, eger bir gün mücadelemizi
kaybedecek olursak ve sen
ölürsen, Leman'a yazacak, Aralik 96'da Leman'a
yazdigin mektubu okuyan
herkese öldügünü haber verecek, bizi, sevgimizi
anlatacaktim.
Iste sözümü tutuyorum birtanem. Ama o sevgiyi,
acimizi, mutlulugumuzu,
yalnizligimizi, korkularimizi, umutlarimizi, senin en
kötü zamanlarinda
bile
kaybetmedigin yasama sevincini, odanda oturup Allah'a
seni iyilestirmesi,
bizi ayirmamasi için dua ettigimiz zamanlari,
birbirimize sarildigimiz,
bir
sarkiya dalip gittiiimiz anlari, birlikte söyledigimiz
sarkilari,
doldurdugumuz kaseti, Hacettepe Onkolojiyi, neredeyse
tüm odalarinda
kaldigin dahiliyeyi, kemoterapileri, radyoterapileri,
ilaçlari, igneleri,
acil servise kaldirilip ölümden dönüslerini, tüm
hastalarin uyudugu,
ortalligi ölüm sessizliginin kapladigi saatlerde
gizlice yatagindan
kalktigin, dansettigimiz hastane koridorlarini, lanet
hastane
gecelerini...
Ankara'yi, çok sevdigimiz ve gecelerini,
gündüzlerini, sinemalarini,
tiyatrolarini, kaldirimlarini, parklarini, otobüs
duraklarini, barlarini,
kahvelerini, kitapçilarini en çokta hastanelerini
yasadigimiz,
paylastigimiz
bu koca sehri...
Universiteyi, kantini, yurtta geçen günleri, vizelere
çalistigimiz
zamanlari, finalleri, sinifta kaldigimizi, yine de
vazgeçmeyip
gülümseyisimizi, yaraticiligimiz ve emegimizle
dösedigimiz her yeri
seninle,
benimle, dostlarla geçirilen o saatlerin güzelligiyle,
sayisiz ayrinti ve
aniyla dolu o evi, Burhan'in hazirladigi kahvalti ve
yemekleri, bulasik
sirasi kavgalarimizi, annenin bizi ziyarete geldigi ve
üçümüzün birlikte
Mevlana'ya gittigimiz günü, Alpin'de yedigimiz
yemekleri, kpondaki gitar
dinletilerini, dostlarini, Dalton çetemizin diger iki
elemani Nagihan ve
Esra'yi, sana sonuna dek destek olan Barbaros'u,
kanimca bizimle ayni
sinifta olmak için can attiikklarindan sinifta kalan
Bilge, Hakan ve
Fatih'i, manevi kizkardesin oldugu için hiç durmadan
azarladigin, dalga
geçtigin Tuba'yi, çok sevdigin ve önemsedigin ama bunu
hiç bir zaman
kendisine çaktirmadigin Pinar'i, Bulvar kahvenin en
büyük demirbasi
Oguz'u,
biraz deli diye düsündügün ama çok sevdigin Ünal'i,
gazeteci Cem'i, hep
birgün "ben saz çalsam onlar da fakültenin bahçesinde
oynasalar" diye
hayal
ettigin teskilat üyelerini, Mugla'daki çeteyi,
kardeslerimiz Riza ve
Gül'ü,
Zafer'de hep tartistigimiz ve muhabbet ettigimiz
amcamizi, garson Remzi
abiyi, mektuplariyla bir parçamiz haline gelen Filiz'i
ve digerlerini...
Ve seni . O güzel dostlugunu, asiligini, bu kahpe
dünyaya inat umudu hiç
söndürmeyen gözlerini, bazen gözyaslarimi silen, bazen
saçlarimda dolasan,
bazen dudaklarima bir tebbessüm kondurmaya çalisan ve
her ne olursa gelip
ellerimle birlestirdigin, birakmayi hiç istemedigim
ellerini, ilk kez
dogum
gününde bir hastane odasinda buseler kondurdugum
dudaklarini ve o
dudaklardan dökülen sarkilari, sözleri, siirleri,
benimle, kendinle,
herkesle, herseyle alay eden, gülen, sakalar yapan,
fikralar anlatan,
bagira
çagira sarkilar söyleyen ve herkesin bildigi bu
aldirmayan görüntüsünün,
kisiliginin ardina gizledigin o her an aglamaya hazir,
aci ve izdiraplar
içindeki küçük çocugu...
Ve o kisacik ömrüne sigdiramadigin hayallerini,
umutlarini, sevgilerini
ard
arda siraladigim sözcükler karsilayacak mi
bilmiyorum...
Ve yaklasik iki yil boyunca belki de hayatimda bir
daha asla bulamayacagim
bir aski, dostlugu, kardesligi, sevgiyi paylastim
seninle. Dünyada böyle
bir
sevgiyi o koca ömürlerinde bir kez olsun yasamadan
ölen insanlar var. Ne
mutlu bize ki onlardan degiliz.
Üç gündür Nagihan ve Esra'yla kaliyorum. Hep seninle
geçen günlerden
bahsediyoruz. Kameraya çektigimiz görüntüleri izliyor,
birlikte
doldurdugumuz kaseti dinliyoruz. Agliyoruz yokluguna,
bir fire veren
daltonlar çetemize, geleck yil hep birlikte yapmayi
planladigimiz tatile,
bir daha tutamayacagimiz ellerine ve bundan sonra
devam edecek ama sensiz
olacak yasamimiza. Ve gülüyoruz yasanan günlerin
güzelligine, okey
partilerine, Uludag'daki yemege, dostlugumuza,
aramizdan ayrilsanda hiçbir
zaman tükenmeyecek sevgi ve bagliligimiza.
Hatirliyor musun, iki yildir Hacettepe hastanesinde
kutlamak zorunda
kaldigimiz dogumgünlerini, serumlar, ilaçlar, igneler
ve çektigin acilarda
bile elele, iyilesmeni ve tüm o zorluklarin ardindan
güzel günlerin
dogmasini dileyerek söndürdügümüz mumlari...
Hatirliyor musun, o saatlerce telefonda
konusmalarimizi, Türk Telekom'a
kazandirdigimiz onca parayi, hatirliyor musun New
Kids on the Block
sarkilari söyleyerek seni çildirttigim anlari?...
Hatirliyor musun bazen hiçbir tedavi ve ilacin
durduramadigi agrilarin
karsisindaki çaresizlizimizi, yapacak birsey olmadigi
için birbirimize
sarilip sessiz sessiz agladigimiz günleri. Hatirliyor
musun Hacettepe acil
servise son kaldirildigini. Doktorlar annenlere artik
yapacak birsey
kalmadi
demislerdi. Agliyordum. Ne demek yapacak birsey
kalmadi. Hayir, sen
iyilesecektin. O aptal doktorlar becerememislerdi ama
bizim gücümüz,
sevgimiz herseye yeterdi. Biran önce kendini
toplamaliydin. , bu yil yine
elele ve nihayet ikinci sinifta olacaktik.
Gözyaslarimi silip tüm
bunlardan
habersiz yattigin odaya gelmistim ve kulagina egilip o
çok sevdigin siiri
okumustum:
"Binlerce nedenim var yasamaya
Yenmek için hergünkü ölümü
Seni sevmenin mutlulugu için
Yürümek için umudun ayak izinde"
Sense gözlerimdeki telasi farketmis olacaktin ki,
elimi tutup
"Ölmeyecegim,
senin için, ailem için yasayacagim. Söz veriyorum sana
ölmeyecegim"
demistin...
O bana verdigi sözü tutamadi, çünkü kendisinden daha
inatçI çIkan ve
neredeyse tüm vücuduna yayIlan, sevenlerin gözü önünde
onu günbegün
eriten,
tüm gücünü yok eden ama hiçbir zaman yasama sevincini
söndüremeyen
hastaligina yenildi. Hastaneden çiktiktan sonra,
agrilari dayanilmaz bir
hale geldi, nefes alamadigi zamanlarda kullanilacak
oksijen tüpünün de
büyük
bir faydasi olmadi. Ama o, hep gülümsedi...
Ve o güzel insan, okulunu ve arkadaslarini son bir kez
daha gördukten bir
gun sonra, 14 Eylül 1997 günü, annesinin kollarinda
yarim kalan hayalleri
ve
umutlariyla yasama gözlerini kapadi.
Anne ve babasi kendilerinden varedip dunyaya
getirdikleri, binbir emek ve
sevgiyle büyüttükleri, yasamasi için, hastaligini
yenmesi için büyük bir
savas verdikleri, canlarinin bir parçasini,
Karsiyaka'da son uykusuna
yatirdilar. Içten içe haykirislarla, dayanilmaz
acilarla...
Ve birgün gelecek ki hepimiz seninle bulusacagiz.
Kisa bir zaman
diliminde
yasamimin en büyük bölümünü dolduran, nice güzel anlar
paylastigim sen,
artik yoksun guzelim. Birbirimize söyledigimiz son söz
"Seni Seviyorum"du,
her zaman oldugu gibi. Bana verdigin sözü tutamadigin
için sana
kizmiyorum.
O acilara daha fazla dayanamazdin, biliyorum. Artik
acilarinin son
buldugunu
ve cennette oldugunu bilmek en büyük tesellim. Dün
gibi geçen iki yil
için,
yasadigimiz her sey için tesekkürler. Sakin ola ki
beni merak etme.
Mutluyum, gülüyorum ve hala kimseye aldirmadan kendi
dogrularimla
yasiyorum.
Çünkü yasamin sirri bu biliyorum...
Evet ne yazik ki kansere yenildin ama verdiiin
mücadeleyle, gösterdiiin
cesaretle, yasama bagliliginla, son nefesine dek
söndürmedigin
umutlarinla,
bence kazanan yine de sen oldun birtanem.
"Yenilmek, ama yinede teslim olmamak... Zafer budur"
Öyle sevgilim, zafer senin, sen kazandin!
UCURTMAMI PAZAR GECESI UCURACAGIM
UZAKLARA INAT UZAKLARA YUKSELECEGIM
SEN GELMESEN DE
EY SEVGILI
kaynak aktaran: Yrd. Doç.Dr. Zafer KÜTÜĞ
icialli@
at Pazartesi, Eylül 22, 2008 0 comments
Labels: yazı
2030 YILINDA TÜRKİYE'NİN GÜNDEMİ
21 Eylül 2008 Pazar
* Madeni 2,5 milyar liraliklar tedavüle girdi.
* Emeklilik yasi erkekler için 84, kadinlar için 82'ye çikarildi. Türkiye'de ortalama ömür ise 65 civarinda.
"Berzahta emeklilige son!" mitingine katilanlar gözaltina alindi. Daha sonra onlari arayan yakinlarindan da haber alinamiyor.
* Türkiye, dünyanin en büyük çölü haline geldi. Hükümet, çöl turizmiyle ekonominin canlanabilecegini açikladi.
Muhalefet, "Hükümet serap görüyor!" dedi. Serap, "Böyle bi sey mümkün diyil, ben sizin bildiginiz seraplardan diyilim" dedi. Serap gözaltinda kayboldu.
* Demirel siyasi sartlarin olgunlasmasini bekledigini, artik siyasete girebilecegini açikladi. Demirel, "Valla gaadesim, keske tavuk yetüsdürseymisim, sindiye gadar Fraydçikin olup köseyi dönmüstüm deel mi yeenim binaenkeleyk!" dedi.
* Trafik kazalarinda ölenler için Ankara-Istanbul ve Ankara-Antalya arasinda yol kenarina yaptirilan mezarliklarin iki katli olmasi için Meclis'te önerge verildi. Kaçak kat çikanlarin gözaltinda kaybedilecegi açiklandi.
* Kazalarda ölen turistler için Kaynasli Mevkii'nde dikilen anitin açilis töreni sirasinda freni patlayan kamyon
anita çarpti. Kalabaliktan ölenler orta refüje defnedilirken, açilis için gelmekte olan Ulastirma Bakaninin bindigi uçaga kamyon çarpti. Soför hatali sollama yaptigi için suçlu bulundu, bakan için memleketinde dagitilan helvadan zehirlenen 200 kisi hastaneler tarafindan dolandirildi.
* Müjde. Türkiye GAP'tan artik çok daha fazla faydalanacak. Israil Tarim Bakani Zwi Simon, "Türkiye'ye bundan böyle daha fazla gida ithalatina izin verecegiz. Türkiye dost vekardes ülkemizdir" dedi. Bilindigi gibi GAP, ülkemizin gida ithalatini en çok yaptigi bölge.
* 15 yildir Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanligi yapmakta olan Prof. Zekeriya Beyaz, ögretim görevlilerinin isyani neticesinde Diyanet Isleri Baskanligina getirildi. Beyaz, gençliginde hacca gittigine dair iddialari nefretle kinadi.
* Türk televizyonculugu bir ilke daha imza atti. Acar muhabirler felçli bilim adami Hawking'e "Maraba Televole" dedirterek, "Çaaakkk moruk!" yaptilar. Hawking gözyaslari içinde defnedildi.
* Somut ressam Kenan Evren'in "Ibibikler öter ötmez" isimli tablosu açik artirmada 550 trilyara satildi. Daha sonra resimdeki canlinin ibibik degil hipopotam oldugunun anlasilmasi skandal olarak adlandirildi. Evren, "Bizim köyde ibibikler böyle!" dedi.
* Türkiye, demokratiklesme sürecinde hizla ilerlemeye devam ediyor. Avrupa Insan Haklari mahkemesinin sorusu üzerine gözaltinda kaybolan kisilerin maça gittikleri resmen bildirildi.
* Ay Birligi'ne girebilecegimiz konusunda ümitler artti. Türkiye, en geç 30 yil içinde Ay Birligi'ndeki yerini alacak. Yilmaz, "Ay Birligini alsinlar baslarina çalsinlar!" dedi.
* Mefharet Partisi'ne kapatma istemi. Savci bütün milletvekillerinin ve partiye oy verenlerin idamini istiyor. Mefharet yetkilileri Meserret Partisi'nin devami olmadiklarini açikladi.
yadigaryadigar@
at Pazar, Eylül 21, 2008 0 comments
Labels: yazı
Başarılı olmanın 10 Altın öğüdü
20 Eylül 2008 Cumartesi
>Bir Hint Dergisinde insanlarin basarili olabilmesi ve " iyi yönetici"
>ozelligini kazanabilmesi için asagida verilen on altin ogude uyulmasi
>gerektigi ifade edilmektedir.
>1. Dusunmeye vakit ayir; Dusunce guc icin kaynaktir.
>2. Eglenceye vakit ayir; Eglece gencligin sirridir.
>3. Okumaya vakit ayir; Okuma bilginin pinaridir.
>4. Duaya vakit ayir; Dua, guc anlarda direnmenin destegidir
>5. Sevmeye vakit ayir; Sevme yasami tatli kilan seydir.
>6. Anlasmaya vakit ayir.
>7. Gulmeye vakit ayir; Gulme ruhun muzigidir.
>8. Vermeye vakit ayir; Verme gunun aydinligidir.
>9. isini yapmaya vakit ayir.
>10. Tesekkure vakit ayir; Tesekkur, yasam pastasinin kremasidir.
>Idare edilecek 3 sey; Dilimiz, huyumuz, haraketlerimiz.
>Sevilecek 3 sey: Cesaret, nezaket, yardim.
>Nefret edilecek 3 sey: Kin, kibir, nankörlük.
>Istenen 3 sey: Saglik, dostluk, huzur.
>Ugrunda savasilacak 3 sey: Serefimiz, evimiz, memleketimiz.
>Düsünülecek 3 sey: Hayat, ölüm, sonsuzluk.
>Irlanda Krali Comac'in Ögütleri
>Ne çok fazla akilli ol, ne de çok fazla çilgin.
>Ne kendini çok fazla begen, ne de çok fazla çekingen ol.
>Ne çok fazla onurlu ol, ne de çok fazla mütevazi.
at Cumartesi, Eylül 20, 2008 28 comments
Labels: yazı
Olabilmeli
19 Eylül 2008 Cuma
İnsan biraz çocuk olmalı, bir balon gördügünde istiyorum diye tutturup aglayabilmeli
İnsanın bir annesi olmalı eteğini çekiştirebilecegi !
İnsan yolda yürürken biraz da etrafına bakmalı değişik hayatları görmek için
İnsan gecenin bir vakti yatagından fırlayıp "Seni Seviyorum" diye bagırmalı
İnsan sabah uyandıgında yatagının başucunda bir gül ile bir not bulmalı:
"Uyandırmaya kıyamadım..."
İnsan heyecan duymalı yeni günün getirdigi ışıklar için
İnsan sinirlenmeli, kavga etmeli inandığı değerler için
İnsan arada aşık olmalı sonunda acı oldugunu bilerek
İnsan bazen de sarhoş olmalı, bir türkü tutturup sokakları arşınlamalı
İnsan anlamsızca beklemeli telefonun çalmasını belki arayan "O"dur diye
İnsan efkarlanmalı tabi biraz da; belki hiç olmayacak şeylere sırf efkar olsun diye
* İnsan ara ara kocaman olmalı dünyalar kadar; herkesi kucaklamalı
* İnsan bazen kendi olmalı, bazen herkesten bir parça
* İnsan bazen de aptal olmalı inanmak istediği şeylere inanmalı
* İnsan gerçek olmalı rüya görebilmek için
* İnsan ölmeli zamanı gelince; ama zamanı gelince
* Velhasıl insan olmak zor zanaat...
* Yaşamın anlamı olmalı...
Unutmamalı... Her gün verilen 86.400 sn.krediyi...
* Ve ... Arkaya dönüp bakmadan...
Yarınları hedeflemeli...
Gulann@
Tercüme Türkçesi
18 Eylül 2008 Perşembe
Türkçe seslendirilmiş yabancı filimleri göstermeyen televizyon kanalımız yok Allaha şükür! Buna itirazım yok da biliyorsunuz, bu filmler sayesinde yeni bir Türkçe türedi: " Tercüme Türkçesi!.." İşte, üşenmedim onlarca yabancı filmi izledim ve Tercüme Türkçesinde en sık geçen sözcüklerden bazılarını sizler için derledim. İşte size bir güldeste:
- Kahretsin George!..
- Yapma Rita!..
- Ah çok etkilendim..
- Bu işler nasıldır bilirsin ahbap!
- Yapma dostum bilirsin işte!
- Nalet olsun, sen ne bilirsin ki?
- Nalet olası, bu harika bir hikaye!
- Ben senim kabusunum.
- Unut gitsin dostum
- Hayır tam olarak değil
- Hadi dostum, bu hiç adil değil...
- Sanırım yağmur yağıyor
- Sanırım ıslandın
- Bakalım doğru anlamış mıyım ahbap
- Seni duydum kahrolası
- Şu şüpheli zenci tam olarak neye benziyordu?
- Senin neyin var Tanrıaşkına?
- Gidip sana bir içki getireyim...
- Canın cehenneme dostum!... Hiçbir şeyi unutmaz mısın sen?
- Hadi dostum, git kendine bir hayat kur
- Hey dostum, git kendini becer
- Kendine ve bana bir iyilik yap da olanları olmamış gibi unutmaya
çalış.
- Hey dostum, işte buna bayılacaksın
- Ne derler bilirsin işte ahbap
- Aman Tanrım! Aman Tanrım, işte buna inanamıyorum.
- Hiç sormayacaksın sandım.
- Pekala dostum, bu bayana merhaba de
- Tanrı kahretsin, seni seviyorum nalet olası!..
- Aman Tanrım! Nalet olası, işte bu sensin dostum!.. Evet evet sanırım
bu sensin!
- Zaten abiler bunun içindir.
- Bakarsın, bazan hayatta bazı şeyler olur ve sen tamam dersin oldu
işte.
- Bazan hayatta bazı şeyler olur, sonra keşke hiç olmasaydı dersin.
- Pekala, bakalım elimizde ne var?
- Ah, seni gördüğüme sevindim...
- Esmer bir Kafkas erkeğinden bahsediyoruz burada ahbap...
- Hey, çabuk biri bir doktor çağırsın hemen!
- Biri burada ne olduğunu anlatsın.
- Aman Tanrım, bütün bu insanların nesi var Tanrıaşkına.
- Ne!.. ne!.. ne!.. Hadiii!.. Hadi!.. Yapma dostum, bilirsin işte hadi..
- Geber dostum
sardunya@
at Perşembe, Eylül 18, 2008 0 comments
Labels: yazı
Arada R Var.
17 Eylül 2008 Çarşamba
ARADA "R" VAR
Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle
bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup
sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde yine her zamanki çiçeklerden vardı.
Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı, kıpkırmızı, kan
kırmızısı güller... Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram
buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemliside özlem ve hasret
kokuyordu güller... Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor
gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "
Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum " dedi. Az sonra sevdiğini
göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya baslamıştı. Ne zaman onu düşünse,
onunla bulusacağını hayal etse kalbi yine böyle yerinden çıkacakmış gibi
oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden hiç
birsey kaybetmemişti.. Onları hiç birsey ayıramazdı... Ne hasret, ne
ayrılık, nede ölüm... Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç
kalmıştı, 1 dakika geç kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için
dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği
her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir
kusuru olurmuş diye düşündü... Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denize
dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza olan aşkı gibi
denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu...Aslında bugün onlar için çok
özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu
sevdiğine açmış, sonrada gidip 2 tane yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir
günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok
biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı
idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Herşey bu kadar güzelken neden
ağlıyorlardı ki? İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak,
kucaklaşacaklardı...Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını
atacaklardı. Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can
atıyordu... Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne
kadar güzel dansediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam.
Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hemde çok... Bu kadar
geç kalmaması gerekiyordu. İşte hergün burada buluşmak için sözleşmiyorlar
mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı
masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz
vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine??... Aklına kötü düşünceler
gelmeye başladı. Hayır.. hayır..olamazdı. Sevdiğine birşey olamazdı. Onsuz
hayat yaşanmazdı ki... O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç
adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını
kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki
kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan. Artık
bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye
başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu dedi. 7 senedir hergün bu
sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak
gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı... Yine
gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı...Hiç
olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu... Genç
adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki
kabristana doğru yürümeye başladı.
muratakar@
Dostluk
16 Eylül 2008 Salı
İBRAHİM Peygamber 'i yakmak için müthiş bir ateş
yığını hazırlayıp içine atmışlar.
O sırada gökte, ağzinda küçücük bir kuru dal olan
minik bir kuş belirmiş ve
peygamberin üzerinden geçerken kuru dalı ateşe
bırakmış.
İBRAHİM Peygamber kuşa seslenmiş: "O minicik çöpü
atmışsın,
bu koskocaman ateş için ne fark eder ki?" Kuş, "Olsun,
düşman olduğumuz belli olsun" demiş.
Az sonra minicik gagasına bir damla su ile bir başka
kuş belirmiş ve o da suyu ateşin üzerine bırakmış.
İbrahim Peygamber ona da sormuş: "Bir damlacık suyu
bıraktın ama bu kocaman ateş için ne fark eder ki?"
Kuş cevap vermiş: "Olsun, dost olduğumuz belli olsun."
yilmazgamze@
Sonuç Önemli
15 Eylül 2008 Pazartesi
Dört ayrı kavanozun içine dört tane bağırsak kurdu koymuşlar.
Birinci kurdu alkol dolu bir kavanozun içine atmışlar.
İkinci kurdu sigara dumanı dolu bir kavanozun içine atmışlar.
Üçüncü kurdu sperm dolu bir kavanozun içine atmışlar.
Dördüncü kurdu toprak dolu bir kavanozun içine atmışlar.
Bir gün sonra:
Birinci kurt ölmüş.
İkinci kurt ölmüş.
Üçüncü kurt ölmüş.
Dördüncü kurt yaşıyor....
Sonuç olarak demekki neymiş....
İçki içtiğiniz, sigara kullandığınız ve seks yaptığınız sürece
bağırsaklarınızda kurt olmazzzz...
adalya1@
Beş Top
10 Eylül 2008 Çarşamba
Hayatin havaya attigimiz 5 topla oynanan bir oyun oldugunu
düsünelim:
Bu toplar:
Isimiz,
Ailemiz,
Sagligimiz,
Dostluklarimiz
ve Benligimizdir.
Bu 5 top içinde bir tek "isimiz" lastik bir toptur. Düsürürsek ziplatabiliriz. Ancak diger 4 top camdan yapilmistir. Düserse kirilir, yerine konulamazlar. Bunu farketmeli ve hayatimizi bu dengeye göre kurmaliyiz. Oysa hepimiz ilk lastik topu tutabilmek ugruna > digerlerini kirip dökmüyor muyuz?
CAN DÜNDAR
ECABUK@
Kazlar, Kazlar, Kazlar...
5 Eylül 2008 Cuma
Göc eden yaban kazlarini havada süzülürken hic izlediniz mi?
Eger izlediyseniz "V" seklinde bir formasyonla uctuklarini görmüssünüzdür...
Bilim adamlari kazlarin neden bu sekilde uctuklarini arastirmislar ve sonucta kazlarin hic de "kaz kafali" olmadiklari ortaya cikmis. Hatta kazlarin yasaminda bizlerin de ders alacagi noktalar var... "V" seklinde uculdugunda, ucan her kus, kanat çirptiginda arkasindaki kus icin, onu kaldiran bir hava akimi yaratiyormus. Böylece "V" seklinde bir formasyonda ucan kaz grubu, birbirlerinin kanat cirpislari sonucu ortaya cikan hava
akimini kullanarak ucus menzillerini % 70 oraninda zatiyorlarmis.Yani tek basina gidebilecekleri maksimum yolu grup halinde neredeyse ikiye katliyorlarmis.
Bize cikan ders: Belli bir hedefi olan ve buna ulasmak icin isbirligi bilinciyle bir araya gelen insanlar, hedeflerine daha kolay ve cabuk erisirler...
Bir kaz, "V" grubundan ciktigi anda ucmakta güclük çekiyor. Cünkü diger kuslarin yarattigi hava akiminin disinda kalmis oluyor. Bunun sonucunda, genellikle gruba geri dönüyor ve yoluna bu sekilde devam ediyor.
Bize cikan ders: Eger kafamiz bir kaz kadar calisiyorsa; bizimle ayni yöne gidenlerle bilgi alisverisini ve isbirligini sürekli kilariz... "V" grubunun basinda giden kaz hic bir hava akimindan yararlanamiyor. Bu yüzden digerlerine oranla daha cabuk yoruluyor. Bu durumda en arkaya geçiyor ve bu defa hemen arkasindaki kaz lider konumuna geçiyor. Bu degisim sürekli yapiliyor; böylece her kaz, grubun her noktasinda yer almis oluyor.
Bize cikan ders: Yaptiginiz her isi, yeri ve zamani geldiginde baskasina birakmak gerekiyor. Bu sizin icin de iyi, digerleri için de...
Ucus hizi yavasladiginda gerideki kuslar, daha hizli gitmek üzere öndekileri bagirarak uyariyorlar. Bize cikan ders: Ilerlemek ve yol almak icin bazen baskalarinin uyarilarina gereksinim duyariz. Bundan alinmamaliyiz; tam aksine, böyle uyarilari sevinc ve takdirle karsilamaliyiz...Gruptaki bir kus hastalanirsa ya da bir avci tarafindan vurulup ucamayacak duruma gelirse; düsen kusa yardim etmek üzere gruptan iki kaz ayriliyor ve korumak üzere hasta / yarali kazin yanina gidiyor. Tekrar ucabilene (ya da eger ölürse, ölümüne kadar) onunla beraber yarali kusu asla terk etmiyorlar. Daha sonra kendilerine baska bir kaz grubu buluyorlar. Hicbir kaz grubu, kendilerine bu sekilde katilmak isteyen kazlari reddetmiyor...
Bize çikan ders: Adam olmak sadece insanlara özgü degil....
Gulann@